Gebelikte Röntgen Çektirmek

Gebelik sırasında röntgen çektirmek anne karnında ölümlere, çeşitli malformasyonlara, kansere ve bebekte gelişme geriliğine neden olur.
Bu sonuçlar radyasyonun dozuna ve gebeliğin hangi döneminde yapıldığına göre her anne adayında farklı şekillerde görülür. Gebe olduğunu bilmeden röntgen çekilen bayanlarda bu sorunlara daha sık rastlanır.
5 rad (ışın miktarı) ve altındaki doza maruz kalan gebeliklerde sorun görülmez.
Hamilelikte röntgen çektirmek ya da çektirmek zorunda olmak büyük bir stres kaynağı haline geliyor. Çünkü radyasyon kelimesi dahi insanların tümü için bir endişe yaratıyor. Radyasyonun insan sağlığı üzerinde nasıl bir etki yaptığını tartışmaya gerek yok. Özellikle Çernobil faciası, bu etkiyi tüm dünyanın gözleri önüne serdi. Sakatlıklar, hastalıklar, kanser ve ölüm…
Radyasyon Nedir?
Bilindiği gibi maddeler atomlardan oluşur. Atomları oluşturan ise çekirdeklerinin etrafında dolaşan elektronlardır. Çekirdek pozitif yüklü ise onu çevreleyen elektronlar negatif yüklüdür. Atomu dengede tutan da işte bu artı ve eksilerdir.
Doğanın kanunu olan buraya kadar her şey olağan… Bazı atom parçaları fazla enerji yüklüdür ve dengesini korumak için bu enerjiden kurtulması gerekir. Kurtulmak için de enerji ya da elektronun fazlasını dışarıya yayar.
İşte atomdan etrafa yayılan bu parçacık veya enerji radyasyondur.
Yani akıllarda yer ettiği gibi radyasyon doğadan ayrı bir enerji değil, doğanın bir parçası. Dünya üzerinde yaşayan tüm canlılar ki buna insanlar da dahil zaten yer kabuğundan, güneşten, uzaydan radyasyon alıyorlar.
Ancak bu tamamen doğal bir radyasyon. Bir de bilimsel çalışmalar, teknolojik aletler gibi insan yağımı maddelerden yayılan radyasyon vardır. Bu radyasyonun tahmin edebileceğiniz gibi doğal olduğunu söylemek olanaksız.
Her radyasyon canlılara zarar vermez. Örneğin elektromanyetik dalgalar da bir radyasyondur. Ancak elektromanyetik dalgalar canlılara zarar vermez. Kanser yapmaz, sakatlığa neden olmaz, öldürmez.
Peki, canlılara zarar veren radyasyon nelerde bulunur? Canlılara zarar veren radyasyon iyonize radyasyondur. İyonize radyasyona neden olan maddeler de alfa, beta ve gamma enerjilerinde mevcut.
Bu 3 farklı enerji arasında en masum olanı alfa ışınlarıdır. Çünkü çok düşük enerjiler olduğundan kağıt dahi bu ışınları engellemeye yeter. Beta biraz daha zararlıdır çünkü alfadan daha yüksek enerjiye sahiptir.
Kağıt beta ışınlarını kesmeye yetmez, en az alüminyum bir levha gerekir.
Konuyu farklı bir yönüyle ele alalım. İyonize radyasyon yani canlılara zarar veren radyasyon, maddelerdeki atomların elektronlarını ayıracak kadar güçlü bir enerji türüne sahip olan atomlardır.
Canlıları etkilediğinde canlının DNA yapısını bozabilir. Hatta hücre ölümlerinin meydana gelmesi dahi iyonize radyasyon için hiç zor bir işlem değildir.
Peki, bu etki iyonize radyasyona maruz kalındığında hemen ortaya çıkar mı, hayır.
Öncelikle iyonize radyasyona ne kadar süre maruz kalındığı, ne kadar güçlü bir radyasyona maruz kalındığı, vücudun hangi bölgelerinin radyasyona maruz kaldığına bağlı olarak bu husus değişkenlik gösterir.
Kısacası doz, süre ve şiddet üçgeni içerisinde canlının radyasyondan ne oranda etkileneceği değişirken hiç etkilenmemiş de olabilir.
Sadece ciltte kızarıklığa da yol açabilir, cilt kanserine de… DNA yapısının bozulmasına da neden olabilir, hücrenin genetik yapısında da hiçbir değişime neden olmayabilir. Bazı etkiler kendini yıllar sonra belli ederken bazı etkiler hemen ortaya çıkabilir.
Röntgen Nedir?
Röntgen ışınları veya X ışınları yüksek enerjili radyasyondur. Bu ışınlar temas ettikleri maddelerde elektron kaybına neden olabilir. Bu maddelerin iyonize olmalarına da sebebiyet verebilir. Ancak tanı amacıyla kullanılan filmlerin çekilmesi için bu ışınlara ihtiyaç var.
Ne oranda kullanıldıklarına bağlı olarak hücre bölünmesine, DNA’nın bozulmasına neden olabilirler. Üstelik iyonize radyasyondan en kolay etkilenen hücrelerin hızlı bölünen hücreler olduğu anlaşıldı. Hızlı bölünen hücreye bir örnek ister misiniz; gelişmekte olan fetus ve ona ait tüm dokular.
Yani anne karnındaki bebek.
Röntgen çekilirken cilde temas eden ışınların vücut içerisinde seyahat etmemesine dikkat edilmesi gerekir. Hamile bir kadının el filmi çekildiğinde bu ışınlar vücutta ilerleyerek rahme ulaşmaz. Ancak rahim filmi için aynı durum geçerli değil.
Radyasyon Nasıl Ölçülür?
Radyoaktif bir kaynaktan insan vücuduna ulaşan radyasyonun miktarı farklı birimlerle ölçülebilir. Bu birimleri sievert, rad, rem ve röntgen olarak sıralayabiliriz. Farklı birimlerin ölçümde kullanılmasının nedeni vücuttaki her dokunun farklı oranlarda radyasyon alıyor olmasıdır.
Hamilelikte Röntgen Zararlı mıdır?
Radyoaktif ışınların hastalıkların teşhisinde son derece önemli ve faydalı olduğu bilinir. Özellikle röntgen ışınları çoğu zaman farklı bir tetkike gerek bırakmaz.
Özellikle vücut içerisinde yaşayan patolojilerin tespit edilmesi için X ışınları kullanılmadan önce vücut açılır, hekim tarafından bakılır ve yeniden dikilirdi. Teşhis ancak böyle konurdu.
X ışınlarının tıpta kullanılması tıp alanında büyük bir km taşıdır.
Çoğu zaman röntgen çektirmemiz gerektiğinde herhangi bir endişe duymayız. Ancak hamile bir kadının röntgen çektirmesi gerektiğinde X ışınlarının tıptaki faydası değil, canlı üzerindeki etkisi ağır basar. İşte bu durumda maksimum hassasiyet ile röntgen çektirilmesi gerekir.
Radyoaktif ışınlar hızlı bölünen hücreler üzerinde elbette daha etkilidir. Ancak vücudun bu ışınlara ne kadar süre maruz kaldığı ve ne oranda ışın ile vücudun temas ettiği de bu zararın belirleyicisidir. Bu konuda da gerekli araştırmalar yapıldığı için hangi durumda anne karnındaki bebeğin röntgen ışınlarından etkilendiği artık bir bilinmez değil!
Araştırmalara göre fetusa zarar verebilecek düzeyde olan radyasyon dozu 5 rad. bu dozun hiçbir radyoloji tekniği ile ulaşılamayacak yüksek bir doz olduğunu belirtmeliyiz. Fetus bu dozun altında radyasyona maruz kalırsa kesinlikle zarar görmez mi? Kesinlikle diyemeyiz ancak 5 rad altındaki dozdan fetusun etkilenme olasılığı çok düşük.
Örneğin Amerikan Aile Hekimliği Akademisi “hamilelik sırasında çekilen röntgen filmleri güvenlidir” diyor. Açıkçası Amerika’da hamile kadınlar bu konuda pek endişe yaşamıyor. Gözü kapalı röntgen odasına girebiliyorlar.
Onların bu denli rahat olmasının nedenini mi düşünüyorsunuz? Çünkü onlar şunu biliyor: Anne adayının güneş, uzay gibi doğadan sadece 3 günde aldığı radyasyon düzeyine röntgen filmleri ile ulaşması için tam 21 adet diş röntgen filmi çektirmesi gerekiyor.
“Ama benim akciğer filmi çektirmem gerekiyor” diyorsanız röntgeni çektirdiğinizde bebeğinize sadece 0.05 milirad radyasyonun ulaşacağını belirtelim. Yani bebeğinizin çektirdiğiniz röntgen filminden zarar görme olasılığı yok denecek kadar az ve bir o kadar da uzak bir ihtimal. Peki, diğer röntgen filmlerinin bebeğinize ne kadar radyasyon ulaştırdığını merak ediyor musunuz? Hemen paylaşalım.
Röntgen filmi |
Bebeğe ulaşan radyasyon dozu |
Kafa |
50 mrad |
Boyun ve ense |
50 mrad |
Göğüs |
50 mrad |
Mammografi |
50 mrad |
Myelography |
500 mrad |
Üst gastrointestinal |
500 mrad |
Diş |
0.02 mrad |
IVP |
1 rad |
Bel |
400 |
Pelvis |
400 |
Bu tablodan sizin de anladığınız gibi karın bölgesine çok yakın bölgeler üzerinde çekilen röntgen filmlerinde dahi, bebeğe ulaşan doz, ona zarar verebilecek dozun çok altında kalıyor. Ayrıca film çekilmesi esnasında karın bölgesinin üzerine kurşun gömlek konulabilir. Bu sayede ışınların daha az oranda karın bölgesine temas etmesi hatta dozuna bağlı olarak hiç temas etmemesi sağlanabilir.
Hamilelikte Röntgen Çekilmesi ve Radyasyon?
Eğer adet gecikmesi henüz olmamışken ya da birkaç günlük bir gecikme söz konusu iken röntgen filmi çektirdiyseniz, bebeğinizin sakat doğacağı, ileride kanser olacağı gibi endişelerle gebeliğinizi sonlandırmayın. Çünkü bu durumda bebeğin radyoaktif ışınlardan etkilenme oranı yok denecek kadar azdır.
Radyasyona maruz kalındığında hamilelik haftasına göre ortaya çıkabilecek etkiler şöyledir:
1.Malformasyon ve Prental Ölüm: Döllenmeden sonraki ilk 8 gün en duyarlı olunan dönemdir. Bu dönemde alınan radyasyon, hamile kadınların % 50 ila % 75’inde düşüğe neden oluyor.
Ancak düşük adet kanamasına yakın veya adet döneminde gerçekleştiğinden çoğu zaman fark edilmez. Fark edilen oran sadece % 10 ila % 15 civarında. 100 raddan daha yüksek oranda radyasyona maruz kalan insanlarda nelerin ortaya çıkacağına dair bir veri yok.
Ancak tahminler bebek rahme yerleşmeden önce 5-10 rad radyasyon alınmasının düşüğe veya anomalilere neden olabileceği yönünde.
2.Gelişme Geriliği: Döllenmeden sonraki 8. gün – 56. gün arasında kalan dönem en duyarlı olunan dönemdir. Japonya’ya atılan atom bombasından sağ çıkanlar üzerinde bir araştırma yapıldı. 25 rad radyasyona maruz kalan hamilelerin bebekleri incelendi. Bu bebeklerin daha kısa boylu, daha hafif ve aynı zamanda kafa çaplarının da daha küçük olduğu saptandı.
3.Nörolojik Etkiler: Döllenme sonrası 2. hafta – 15. hafta arasında kalan dönem en duyarlı olunan dönemdir.
Japonya’da atom bombasından kurtulanlar üzerinde yapılan araştırma bu konuya da ışık tutuyor. En sık karşılaşılan anomali mikrosefali yani kafanın küçük olması. Aslında mikrosefali durumuna zeka geriliği de eşlik eder.
Ancak radyasyondan kaynaklanan mikrosefali vakalarının yalnızca % 25’inde zeka geriliği de vardı.
4.Şiddetli Zeka Geriliği: Hamileliğin 8. haftası – 15. haftası arasında kalan dönem en duyarlı olunan dönemdir. Gözem verileri yine atom bombasından alınan radyasyona ait. Alınan her rad başına % 0.4 oranında şiddetli zeka geriliği gözlemlendi.
1 raddan daha az radyasyona maruz kalanlarda şiddetli zeka geriliği görülmedi.
Gebeliğin 8-25 haftalarında radyasyon alan bebeklerde her 100 rad için zeka düzeylerinde 25 puanlık bir azalma, bebeklerin ileriki yaşamlarında da epilepsi (sara) hastalığına daha sık yakalandıkları gözlemlendi.
5.Kanser: Yüksek dozda radyasyonun kansere neden olduğu bilinir. Ancak kanser etkisinin uzun süre sonra ortaya çıktığı da bilinmektedir. Anne karnındayken alınan her 1 rad radyasyon için çocukluk çağı kanserlerindeki artış 3000’de 1 veya 2 oluyor.
Hamilelik döneminde tanı amacıyla röntgen çekilmesi sonrasında bebeklerde kanser görülme riski, radyasyonun dozu ve gebelik yaşına göre şöyledir:
Gebelik yaşı |
0 rad |
1 rad |
5 rad |
10 rad |
1. trimester |
0,07 |
0,25 |
0,88 |
1,75 |
2 ve 3 trimester |
0,07 |
0,12 |
0,3 |
0,52 |
Hamilelikte Röntgen ve Radyasyon Sonrası Öneriler
- Hamilelik oluşmadan önce tanısal röntgen filmlerinin çektirilmiş olması, gebeliğin sonlandırılması için tek başına bir neden değildir.
- Hamileliğin 2. haftası ve 8. haftası arasında kalan dönemde 15 raddan daha az dozda radyasyona maruz kalınması, gebeliğin sonlandırılmasını gerektirmez. Teratojen ilaç kullanımı gibi bir faktör duruma eşlik ettiğinde hamileliğin sonlandırılması düşünülebilir.
- Hamileliğin 2. haftası ve 8. haftası arasında kalan dönemde 15 raddan daha fazla radyasyon alınması durumunda gebeliğin sonlandırılması uygundur.
- Gebeliğin 8. haftası – 15. haftası arasında kalan dönemde 5 raddan daha düşük dozda radyasyona maruz kalınması gebeliğin sonlandırılmasını gerektirmez. Bu dönemde 5 – 15 rad arasında radyasyon dozuna ilave bir faktörün eşlik etmesi durumunda gebelik sonlandırılabilir. Daha yüksek dozda radyasyon temasında gebeliğin sonlandırılması daha uygundur.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK YAZILAR
Источник: //www.gebelikveannelik.com/gebelikte-rontgen-cektirmek
Ektopik Gebelik (Dış Gebelik)

gebelik.org, Operatör Dr. Kağan Kocatepe tarafından hazırlanmaktadır.
Dış gebelik (ektopik gebelik), sperm ile oosit (yumurta hücresi) birleşmesi sonucu oluşan gebelik ürününün normal yerleşim yeri olan rahim içi yerine başka bir yerde ve sıklıkla Fallop tüpünde yerleşmesi ve burada gelişmesi sonucu oluşan normaldışı bir gebelik durumudur ve erken aşamalarda saptandığında ameliyatsız tedavisi mümkündür (Resim).
Tüpün içinde gelişimine devam eden embriyo bir süre sonra etrafındaki dokuyu adeta “eritir” ve belli bir süre sonra bölgedeki damarlardan birinin ya da birkaçının yırtılması sonucu kanama başlar.
Dış gebeliğin en büyük ve hayati tehsi bu kanamadan kaynaklanır. Geç kalınmış bu durumlarda bu kanamayı durdurmak ve hayati tehyi ortadan kaldırmak için sıklıkla ameliyat gerekir.
Günümüzün erken tanı ve tedavi yöntemleriyle hastanın erken dönemde başvurması koşuluyla dış gebelik henüz iç kanamaya yol açmadan tanınmakta ve enjeksiyon şeklinde ilaçlarla ameliyatsız tedavi edilebilmektedir.
Ameliyatsız tedavi, erken tanı konulduğunda %90'lık başarı oranlarına ulaşmış durumdadır.
Siz anne adaylarına bu konuda düşen görev dış gebelik geçirme açısından hiç bir risk faktörünüz bulunmasa bile gebeliğinizin en erken döneminden itibaren kontrole gitmenizdir.
Bu kontrolde intrauterin (rahimiçi normal yerleşimli) gebeliğin saptanması mümkün olacak, ya da dış gebelik saptanırsa yine en erken aşamalarda enjeksiyon şeklinde ilaçlarla, ameliyatsız tedaviniz mümkün olacaktır.
Dış gebelik kimlerde daha sık görülür?
Dış gebelik, gebelik ürününün rahim içine ulaşım yolunun tıkanmasıyla meydana gelen bir durumdur.
Dış gebelik oluşabilmesi için tüplerde meydana gelen daralma öyle bir şekilde olmalıdır ki, sperm vajinadan uterusa ve buradan da tüplere geçip yumurta hücresini dölleyebilmeli, fakat döllenme sonucu oluşan embriyo tüp içinde ilerleyerek rahim içine ulaşamamalıdır.
Yani tüp içinde ya kısmi tıkanıklık oluşmalı (tam tıkanıklık olursa döllenme de gerçekleşemez), ya da tüplerin “dalgalar” şeklinde embriyoyu uterusa götürücü doğal hareketleri yavaşlamış olmalıdır. Bu durumların oluşumuna yol açan tüm etkenler tüplerde dış gebelik oluşmasına neden olabilir.
Ancak birçok dış gebelik olgusunda aşağıda sayılan etkenlerden hiç birinin olmadığını da vurgulamak gerekir.
Tüplerin etrafında var olan yapışıklıklar
Tüplerin etrafındaki yapışıklık önceden geçirilmiş salpenjite bağlı olarak oluşabileceği gibi özellikle bu bölgede yapılan operasyonlar (kist ameliyatları, daha önce geçirilmiş dış gebelik ameliyatları, tüplere yönelik “tüpleri açma” ameliyatları, tüplerin bağlanması) tüpler etrafında yapışıklık yaparak dış gebelik riskini artırabilir.
Geçirilmiş apandisit ise zamanında ameliyat edilmiş ise (yani apendiks henüz patlamadan önce yapılmışsa) ileri derecede yapışıklık yapması beklenmez.
Sezaryen operasyonu ise yapışıklıklara neden olmasına karşın dış gebelik riskini artıran bir durum olarak kabul edilmez.
Daha önce dış gebelik geçirilmiş olması
Daha önce bir kez dış gebelik geçirmiş olmak takipeden gebeliğin de %10 olasılıkla dış gebelik şeklinde gelişmesine neden olur.
“Kısırlık” tedavisi
Gerek ilaçlarla (yumurtlamayı sağlayıcı ilaçlar), gerekse müdahalelerle (tüplere yönelik operasyonlar, IVF (tüp bebek)) “oluşturulan” gebeliğin dış gebelik olma riski, kendiliğinden oluşan gebeliklere göre yüksektir.
Bunun en önemli nedeni kısırlık tedavisinde çoğul embriyo oluşma olasılığının artmasıdır. Böylece dış gebelik riski, varolan embriyo sayısı doğrultusunda katlanır ve istatistiksel dış gebelik olasılığına daha “hızlı” ulaşılır.
Dünyada IVF (tüp bebek) yöntemi ile sağlanan ilk gebelik bir dış gebeliktir.
IVF'de bu durum embriyonun uterus içine “yüksek” yerleştirilmesinden de kaynaklanabilmektedir.
Yaş faktörü
Yaş, tüplerin hareketliliğini azaltır ve böylece gebelik ürününün uterusa ulaşmadan tüpün içinde yerleşme ve gelişme olasılığını artırır.
Çok sayıda kürtaj geçirmiş olmak
Usulüne uygun olarak gerçekleştirilmiş ve sonrasında herhangi bir anormal durum oluşmamış isteğe bağlı kürtajların sayısı ne olursa olsun dış gebelik riskinin artması beklenmez.
Çok sayıda kürtaj geçirmiş olmak daha çok rahim iç tabakasında yapışıklık ve buna bağlı olarak düşük riskinde artış ya da gebe kalmamaya neden olur.
Ancak yasal sınırı aşmış haftalarda yapılan tahliyelerde, ya da herhangi bir kürtaj sonrasında ciddi enfeksiyonlar gelişmesi durumunda daha sonraki gebeliklerde dış gebelik gelişme riski artar. Kürtajın yasal olmadığı ülkelerde kendi kendine yapılan düşük girişimleri de ciddi enfeksiyonlara neden olabilmektedir.
Bazı kontrasepsiyon (korunma) yöntemlerinde oluşan gebelikler
Etkinliği yüksek olan yöntemler (tüplerin bağlanması, doğum kontrol hapları, “iğneler”, progesteron ağırlıklı haplar, acil kontrasepsiyon ve spiral, gebe kalma riskini azalttığı için sayısal olarak dış gebelik riskini azaltır.
Ancak bu yöntemlerden herhangi birinin başarısızlığı durumunda ortaya çıkan gebeliğin dış gebelik olma riski oldukça yüksektir (doğum kontrol haplarında meydana gelen başarısızlıklar hariç).
Bunun en tipik örneği tüplerin bağlanması sonrasında oluşan gebeliktir. Tüplerin “bağlanmış” olmasının yarattığı tüp hasarı dış gebelik oluşumuna zemin hazırlar ve oluşan gebeliklerin %30-40'ı dış gebelik şekinde gelişir.
Diğer yöntemler de (spiral, progesteron ağırlıklı “haplar” ve “iğneler”, acil kontrasepsiyon) rahimiçi gebeliği önlemede oldukça başarılı olmalarına karşın tüplerdeki gebeliği önlemede başarısızdırlar ve oluşan “kaçak” gebeliğin dış gebelik olma riski yüksektir.
Sigara kullanımı
Sigara tüplerin “dalgasal” hareketlerini yavaşlatan bir etkendir. Bu yüzden özellikle günde bir paketten fazla sigara içen anne adaylarında dış gebelik oluşma riski artar.
Genital kitleler
Tüplere dışarıdan baskı yapabilecek olan büyük miyom ya da over (yumurtalık) kistleri dış gebelik oluşumuna zemin hazırlayabilirler.
Dış gebelik ne sıklıkta görülür?
Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere 30 yıldır dünya genelinde dış gebelik oransal olarak artmaktadır.
Amerika'nın son verileri tanısı konmuş gebeliklerin 1000'de 16'sının dış gebelik olduğunu ve bu sayının 1970'e göre beş kat arttığını göstermektedir.
Aynı veriler dış gebeliğin görülme aralığının en sık 35-44 yaş olduğunu, anne ölümlerine dış gebelik katkısının %15 olduğunu ve anne ölümlerinde dış gebeliğin ikinci sık görülen neden olduğunu göstermektedir.
Dış gebelik neden artıyor?
Dış gebeliğin artış göstermesinin en önemli nedenleri cinsel yolla bulaşan hastalıkların sıklığındaki artış, tüp bebek ve diğer kısırlık tedavilerinin daha sık uygulanması ve gelişmiş teknolojiyle daha çok hastada dış gebelik tanısının konması ve böylece aşağıda anlatılacak olan “kendi kendine iyileşen” dış gebelik olgularının da saptanabilmesidir.
Dış gebelik nasıl belirti verir?
Dış gebeliğin belirtileri aşamalar şeklinde değerlendirilebilir.
En erken aşamalarda dış gebelik hiçbir belirti vermez.
Normal bir gebelik gibi adet gecikmesi olur ve gebeliğin diğer belirtileri de olabilir.
Ancak kısa zamanda gebeliğin büyümesiyle birlikte tüp gerilmeye başladığı andan itibaren hastalarda “müphem” ağrılar olur.
Bu müphem ağrılar duyarlı bir hastanın doktora başvurmasını sağlar ve en erken dönemde tanı koymak mümkün olabilir.
Gebelik ilerledikçe bu ağrılar şiddetlenir.
Bunun da nedeni embriyonun tüpün içinde büyümeye devam etmesi ve gerilmeye bağlı olarak ağrı uyandırmasıdır. Bu aşamada başvuran bir kadında da henüz tüp yırtılmadan tanı koymak ve tedavi etmek mümkündür.
Gebelik daha da ilerlediğinde gebeliğin yerleştiği tüp gerginliği daha fazla kaldıramaz ve bir yerinden yırtılır.
Yırtık giderek büyür ve bölgedeki damarlardan karın içine kanama başlar.
Bu dönemde hastanın şikayetleri de değişim gösterir. Artık ağrının yerini kan kaybına bağlı belirtiler almaya başlar.
Oluşan kan kaybının miktarına göre hafif başdönmesinden bayılmaya ve çok ileri dönemlerde kan kaybına bağlı şok gelişimine bağlı belirtiler görülür.
Yırtılma sonrasında gebelik ürününün gelişimi durduğundan kandaki gebelik hormonları da hızla azalır ve hormon desteğini yitiren endometrium (rahim iç tabakası) vajinal kanamayla birlikte dökülmeye başlar.
Ne yazık ki tüm dünya genelinde dış gebelik, kadının şikayetlerini gözardı etmesi veya eşinin doktora götürmemesi nedeniyle en sık bu aşamada yakalanabilmektedir.
Bazı durumlarda ise tüp içinde başlayan dış gebelik tüpün içinde ters yönde ilerleyerek tüpün ağzından karnın içine “düşmekte” ve burada kendi kendine “eriyerek” kaybolmaktadır. Bu tür durumlara bazen takiplerimizde rastlamakla beraber bu olguların çoğu kadının farkında olmadan kendi kendine seyretmektedir.
Dış gebelik tanısı nasıl konur?
İleri aşamalara gelmiş ve iç kanaması devam eden bir dış gebeliğin tanısını koymak zor değildir. Kan kaybı belirtileriyle birlikte gebelik testinin müspet olması ve muayene ve ultrasonda karın içinde serbest kan saptanması tanı koymak için yeterlidir.
Henüz bu aşamaya gelmeyen dış gebeliğin tanısı ise bu kadar kolay değildir.
Bunun için seri beta HCG ve Progesteron hormonu ölçümlerine başvurmak gerekebilir. Bu amaçla yapılan seri ölçümlerde kanda beta HCG seviyesinin belli bir zaman aralığında yükselme hızına bakılır ve progesteron seviyesinin de belli bir değerin üzerinde olması gerekir.
Normal bir gebelikte 48 saat aralıkla yapılan iki ölçümde beta HCG hızı yaklaşık iki kat artar. Dış gebelikte ise bu artış olmaz. Progesteron seviyesi de beklenenden düşüktür.
Seri ölçümler kesin tanı aracı değildirler ve ölçüm belli bir aşamaya gelmesine karşın ultrasonda intrauterin (rahimiçi) gebeliğe ait bulguların görülmemesi gebeliğin bir dış gebelik olduğu yönünde oldukça değerli bir bulgudur.
Vajinal ultrasonda beta HCG seviyesi 2000 (dikkat: laboratuarın referans değerlerine göre değişebilir!) ve üzerinde olduğunda, abdominal (karından yapılan) ultrasonda ise 6500 ve üzeri olduğunda (dikkat: laboratuarın referans değerlerine göre değişebilir!) rahim içinde gebelik kesesi mutlaka gözlenmelidir.
Gözlenemiyorsa gebeliğin yerini araştırmak için vakum yöntemiyle rahim içinden alınan kürtaj örneği patolojiye gönderilir. Patolojik incelemede alınan örnekte plasenta hücreleri saptanmışsa bu gebeliğin dış gebelik olmadığı, saptanmamışsa gebeliğin dış gebelik olabileceği düşünülür.
Bu durumda ya Metotreksat adı verilen ilaç ile tedaviye, eğer ultrasonografide tüplerden birinde kitle gözlenmişse laparoskopiye geçilir.
Laparoskopide pelvis dikkatli bir şekilde incelenir ve sıklıkla da dış gebeliğin tüplerden birinin içinde yerleşmiş olduğu görülerek dış gebeliğin kesin tanısı konur ve tedaviye geçilir.
Bazı durumlarda gebelik kesesi ve içinde bulunan embriyo net olarak rahim dışında gözlenebilir.
Bu durum dış gebeliğin kesin tanısını koyduran diğer bir bulgudur.
(Tarihi değeri olan yandaki resim bu durumu anlatmaktadır!)
Gebeliğin dış gebelik ya da rahim içi gebelik olduğunun ayrımında kullanılan diğer bir destekleyici inceleme de yukarıda anlatıldığı gibi, kan progesteron seviyesi ölçümüdür.
Herhangi bir zamanda bakılan seviyenin 25 ng/ml ve üstünde olması normal gebelik lehine, daha düşük olması ise normalıdışı seyreden gebelik lehine bir bugudur.
Ameliyat ile tedavi
Dış gebelik tanısı erken konduğunda, yani henüz tüp yırtılmadan yakalandığında hasta henüz kan kaybetmeye başlamadan laparoskopik yöntemle tedavi şansı oldukça yüksektir.
Dahası laparoskopik tedavinin hastanın tüpünün alınmadan “tüpün içinin boşaltılarak” tedavi edilmesini ve böylece tüpünün korunmasını sağlama gibi bir avantajı söz konusu olabilir, lakin tüpün bırakılması ileriki gebeliklerde aynı yerde dış gebelik oluşumuyla sonuçlanabilmektedir.
Laparoskopi imkanlarının olmadığı yerlerde aynı işlem laparotomi (karnın açılması) ile de yapılabilir.
İlaç ile tedavi
Yine erken dönemde kullanılan diğer bir tedavi yöntemi de metotreksat adı verilen ilaçla tedavidir.
Belli kriterler yerine geldiğinde, hastanın genel durumu da uygun şartları taşıyorsa tek ya da birkaç doz metotreksat adı verilen ilaç ile (yani enjeksiyon şeklinde ilaç tedavisi ile) dış gebelik ameliyat gerektirmeden tedavi edilebilir.
Fallop tüpü yırtılıp iç kanama başladığında ise genellikle tek ve en uygun tedavi laparotomi adı verilen işlemle karnın ameliyat edilerek açılması ve yırtılmış tüpün kısmen çıkarılarak kanamanın durdurulmasından ibarettir.
Abdominal gebelik
Dış gebeliğin karın içinde yerleşmesi durumudur. Gebelik ürünü mesane, barsak veya diğer organlardan birinin dış yüzeyine yerleşerek burada yaşamını sürdürür. Nadir görülen, tanısı nispeten zor ve oldukça tehli bir dış gebelik şeklidir.
Servikal gebelik
Dış gebeliğin serviks (rahimağzı) içine yerleşmesi durumudur. Bu da oldukça nadir görülür.
Heterotopik ektopik gebelik
Gebeliğin çoğul (en sık ikiz) olması ve bir embriyonun normal rahimiçi, diğerinin ise ektopik yerleşim göstermesi durumudur.
Nadir bir gebelik şekli olmakla beraber çoğul gebelik olasılığının yüksek olduğu kısırlık tedavileri riski artırır.
Источник: //gebelik.org/tr/tibbi-bilgiler-normal-disi-durumlar-ektopik-gebelik-dis-gebelik-1.html
Hamilelikte röntgene dikkat! – Populer Dergi | Bir Hayat Ansiklopedisi

Hamilelik dönemi, hem annenin hem de bebeğin sağlığı için birçok konuya daha özenli yaklaşmayı gerektiriyor. Fakat anne adaylarının gebelik sırasında çeşitli X ışınlarına maruz kalması, gebeliği riske atabiliyor. Özellikle tanısal amaçlı çekilen röntgen filmleri, bebeğin gelişim sürecini olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Central Hospital’dan Radyoloji Uzmanı Uzm. Dr. Çetin Öner, radyasyonu kısaca, yüksek enerji özelliği bulunan, ayrıca X ve gamma ışınlarını düşük dalga boyunda taşıyan iyonize ışınlar olarak tanımladı.
Bu radyasyon, dünya üzerindeki tüm canlıları etkileyebilirken, güneş ışınlarından yer kabuğunda bulunan maddelere kadar her türlü doğal yoldan alınabilme özelliği taşır.
Doğal yolların yanı sıra tıp alanında kullanılan tetkik ve tarama araçları, bilim teknoloji ve modern yaşam elementleri de devamlı olarak dünya üzerine radyasyon yayılmasına neden olur.
Faydasının yanında zararları da mevcut
Röntgen veya tomografi filmlerine her ne kadar olumsuz bakılsa da bazı sağlık durumlarında ihtiyaç duyulabiliyor.
Fakat X ışınları kullanılarak çekilen bu filmler, bir yandan vücutta gelişen hastalıkların teşhis ve tedavisine katkı sağlarken, diğer yandan da ciddi şekilde radyasyon yayımına yol açıyor.
Normal şartlarda dahi bireylere zarar veren radyasyon, gebelik sürecinde ise hem annenin hem de bebeğin sağlığı açısından bir hayli risk oluşturabiliyor.
Anne karnındaki bebekte gelişim geriliğine yol açıyor
Gebelik süresince radyasyona ya da X ışınlarına aşırı maruz kalmanın anne adayında doku hasarları, bebekte ise gelişim geriliği yaşanmasına yol açabildiğini söyleyen Öner, bebekte, anne karnında birtakım anomalilerin ve nörolojik rahatsızlıkların yanı sıra, bebek kaybına kadar birçok problemin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabildiğini açıkladı. Ancak bu sonuçlar, anne ve bebeğin aldığı radyasyonun dozuna ve maruz kalınan radyasyonun gebeliğin hangi dönemine denk geldiğine göre de değişiklikler gösterebiliyor. Anne adayları hamile kaldığını fark etmeden röntgen filmi çekimine girebiliyor. Böyle problemler ise çoğunlukla bu hamile gruplarında görülüyor. Fakat bu konuda yapılan çalışmalar, 5 rad ve altındaki ışın miktarını almış olan gebeliklerde fetusun zarar görme olasılığının çok düşük olduğunu ortaya koyuyor.
Radyasyon oranı 15 rad’ı geçmemeli
Eğer röntgen işlemi, 2. ile 8. hafta arasında ve 1 defaya mahsus yapılmışsa bebeğe bir zarar vermez. Röntgen nedeniyle alınan radyasyon oranı 15 rad’dan az ise bebek için herhangi bir risk oluşmaz.
Fakat radyasyon oranı 15 rad’dan fazla ise gebeliğin sonlandırılması gerekebilir.
Ayrıca teşhis ya da tedavi sırasında birden fazla röntgen çekimi gerekiyorsa ve anne adayı gebeliğinden bu görüntüleme işlemlerinden sonra haberdar oluyorsa, dozun hesaplanması için mutlaka bir radyoloji uzmanına başvurmalıdır.
Diş, akciğer, kol ve bacak röntgeni çekilebilir
Gebelik süresi içinde röntgen çekimine ihtiyaç duyuluyorsa bazı önemli noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Örneğin; diş, akciğer, baş, kol ve bacak gibi bölgeler için röntgen çekimlerinde, radyasyon direkt alt karnı hedef almayacağından yaydığı enerji de düşük olacaktır.
Bu nedenle de bebek için herhangi bir gelişim geriliği ya da doğumsal sakatlık riski oluşmayacaktır. Fakat üreme organlarının ve karın bölgesinin direkt olarak radyasyona maruz kalması bebeğin hızla gelişmekte olan hücrelerinde birtakım değişimlere sebep olabilir.
Hatta bu durum, bebeğin ileriki dönemlerde kansere yakalanma riskini de tetikleyebilir.
Uzman desteği şart
Eğer tüm önlemlere rağmen, gebelikte röntgen çektirilmesi zaruri ise mutlaka bir uzman desteği alınmalıdır. Röntgen işlemi sırasında radyasyonun dağılması için koruyucu kıyafetler giyilebilir. Ancak anne adayı, sağlığı riske girecek kadar bir problem taşımıyorsa röntgen çekiminin doğum sonrasına bırakılması daha uygun olacaktır.
MR ve ultrason zararlı değil
Gebelik süreci ile ilgili merak oluşturan bir diğer konu ise, MR ve ultrason işlemlerinin anne ve bebek sağlığı açısından sakınca oluşturup oluşturmadığıdır. Bilinmesi gerekir ki gebelik sürecinde MR çekimi, anne ve bebek için herhangi bir zarara yol açmaz.
Eğer gebelikte MR yöntemiyle bir tanı belirlenmesi gerekiyorsa, bu işlemin kullanılmasında bir sorun yoktur. Yine tanı amaçlı ultrason yöntemine ihtiyaç duyuluyorsa, ses dalgalarının 1,0 olması gerekir.
Anne ve bebeğe verilen dalgalar düşük derecede olduğu müddetçe herhangi bir risk oluşmaz.
Источник: //www.populerdergi.com/2016/11/11/hamilelikte-rontgene-dikkat/