Vücudun Olmazsa Olmazları Su ve Tuz

Formda kalmanın olmazsa olmazları

Vücudun Olmazsa Olmazları Su ve Tuz

Yaz mevsiminin kendini hissettirdiği şu günlerde daha fit görünmek sadece birkaç küçük kurala dayanıyor. Kış boyunca uykuda olan metabolizmamız, uyanmak için can atıyor. Vücudumuza canlılık katmak için ise kurallar şöyledir:

EGZERSİZLERİNİZİ DÜZENLİ YAPMAYA ÖZEN GÖSTERİN

İnsanların çoğunluğu zayıflama diyeti uygularken istedikleri hızda gitmediği zaman bunu metabolizmalarının yavaş çalıştığına yorarlar. Halbuki metabolizma uykuda bile sürekli çalışır durumdadır. Ancak uykuda metabolizma hızı %10-15 oranında düşmektedir.

Yapılan araştırmalara göre, bireylerin bilinçsizce yaptığı diyetler metabolizmayı, uyku metabolizmasından 2-5 kat daha az ve kalıcı şekilde azalmasına neden olur.

Egzersiz ise biriken yağların yakılması için gerekli enerjiyi sağladığı gibi, düzenli yapılması düşük metabolizma hızınızı artırır.

Yapılan çalışmalara göre , 3 saati aşan ağır bir spor yerine orta yoğunlukta ve düzenli sporun metabolizma hızında olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Egzersizin en idealı haftada her gün yapılacaksa yarım saat, haftada 4 gün yapılacaksa 45 dk, haftada 3 gün yapılacaksa 1 saat sürdürülenidir.

VÜCUT YAĞINIZI AZALTIN

Obezite bir hastalıktır ve de vücudumuzu kısır bir döngüye sokmaktadır. Vücudumuzun bileşenlerinden kas ve yağın birbirlerine oranı metabolizma hızımızı etkiler.

Kaslar vücudumuzun küçük fabrikalarıdır ve eğer kas oranı fazla ise daha fazla kalori harcanır ve metabolizma hızını artırır. Vücudun tembel dokusu olan yağ dokusu ne kadar fazla ise o kişinin metabolizması o derece yavaş çalışmaktadır.

Ve kilo aldıkça da metabolizma hızı yavaşlarken, metabolizma hızı yavaşladıkça kişiler kilo almaktadır. Bu yüzden bu kısır döngünün zinciri, zayıflamaya başladıkça kırılır.

Güne mutlaka kahvaltı ederek başlayın ve değişik kahvaltı alternatifleriniz olsun. Az az sık sık beslenme kuralını unutmayın
Sindirim sistemi sık beslenme durumunda ortalama 400-500 kalori daha fazla kalori harcayabilir. Yani sık sık beslenirsek spor yapmışçasına ek enerji sarfederiz.

YEŞİL ÇAY TÜKETİN

Antioksidant içeriği yüksek olan yeşil çayın antianjiogenez özelliğiyle kanser hastalıklarından koruduğu gibi, termojenik özelliği sayesinde metabolizma hızını artırır. Günde iki veya üç fincan yeşil çay tüketmeye özen gösterin. Yeşil çayı tüketirken fincana 1 rulo kabuk tarçın da ilave edilmesi kan şekerini dengelemede yardımcı olacaktır.

POSA ORANI YÜKSEK BESİNLERİ TERCİH EDİN

Posalı yiyeceklerin tüketimi daha hızlı tokluk oluşması, kan şekerini dengelenmesi ve hızlı acıkmamızı engellediği için önemlidir.

Bunun için ise haftada 2-3 gün kurubaklagil tüketmek, her öğün salata veya söğüş sebze tüketmek, salataya 1 tatlı kaşığı kadar keten tohumu ilave etmek, günde 3-4 porsiyon meyveyi mümkünse kabuklarıyla tüketmek, kahvaltıda haftanın 2-3 günü yulaf ezmesi yemek gibi öneriler sunulabilir.

SIVI TÜKETİMİNE DİKKAT

Suyun günde 2 litre tüketilmesi besinlerin vücutta kullanılması için bütün aşamalarında vücudun suyu kullanması, fazla ödemin, sindirim sonucu oluşan zararlı atıkların vücuttan atılması metabolizmanın hızlanması ve kilo vermede yardımcıdır. Günlük 2 litre su sağlık için yeterlidir ancak özellikle bu sıcak günlerde içilen suyun 3 litreyi bulması kilo vermeyi hızlandıracaktır.

KALSİYUM TÜKETİMİNİZİ ARTIRIN

Son yapılan araştırmalarda günde en az 2 porsiyon süt ve türevlerini tüketmek, metabolizmayı hızlandırıp ve yağ depolanmasını önleyen hormonları etkilediği için zayıflamada yardımcıdır. Kalsiyum tüketimine dikkat edilmezse yağ yıkımının çok zor olduğunu söyleyebiliriz.Tam yağlı süt ve süt ürünlerinden yarım yağlı süt veya süt ürünlerine geçiş yapın.

Bu değişim, eğer günde 3 porsiyon süt grubundan besin tüketiyorsanız 200 kalorilik bir kazanç sağlayacaktır. Bu da yılda fark etmeden 9 kg vermenize yardımcı olacaktır.

Baharatları dilediğiniz gibi kullanın

Araştırmalara göre, zencefil, kırmızıbiber, pul biber gibi baharatlar ve bunlarla yapılan soslar vücudunuzun yağ yakma kabiliyetini %25 oranında artırabilir.

UYUYARAK YAĞ YAKIN

Vücudun dinlenebilmesi ve yenilenebilmesi için ortalama 8 saat uykuya ihtiyacımız var.

Gece uyurken aktive olan büyüme hormonunun aktivitesi için yetişkinlikte dahi en geç saat 11 gibi uyumaya gayret edin.

Çalışmalar akşam bilgisayar veya televizyon karşısında vakit geçirenlerin maruz kaldığı uyaranların kortizolu artırıp uyku kalitesini ve büyüme hormonu etkisini düşürebileceğini göstermiştir.

Kilo vermek için uyuyun. Uykunuzu yeterince aldığınız vakit iştah kontrolünü de daha iyi sağlarsınız. Yapılan bir araştırmaya göre, yeterince uyuyan bir kadının metabolizma hızının yüzde 40 oranında arttığı gösterilmiştir.

Form tutmaya yardımcı besinleri unutmayın
İştahı baskılayan dereotu, karın yağlarını eriten semizotu, kan şekerini dengeleyen barbunya, anne sütünden sonra en kaliteli protein kaynağı olan yumurta, B vitaminlerinden zengin mantar, barsakların zabıtası kefir, kalsiyum zengini lor peyniri, kan şekerini ve yağlarını düşüren tarçın, doygunluk ve zindelik veren çörek otu ve metabolizmayı ateşleyen pul biber beslenmemizdeki mucizevi dengeleyeci besinler arasındadır ve diyetimizde unutulmamalıdır.

Dyt. Hümeyra Taşcıoğlu 

Bu reklam google tarafından sağlanıyor?

Источник: //www.ensonhaber.com/formda-kalmanin-olmazsa-olmazlari-2012-05-30.html

Vücudumuzun Olmazsa Olmazı

Vücudun Olmazsa Olmazları Su ve Tuz

Protein, saç telimizden ayak tırnaklarımıza kadar tüm vücudumuzun temel yapı taşıdır. Hücre yapımı, hücrelerin sağlıklı olması hep proteinlere bağlıdır. Bize enerji vermesinin yanı sıra, işlevleri bozulmuş hücrelerin onarımı da yine proteinlere bağlıdır. Çocuklarda ise protein sayesinde sağlıklı büyüme ve gelişme sağlanır, kas gelişiminin normal seyrinde ilerlemesi gerçekleşir.

Protein, en doğal haliyle hayvansal ve bitkisel gıdalardan karşılanır. Protein içeren yiyecekler sayesinde ihtiyaç duyduğumuz proteini alırız. Proteinli yiyecekler, büyüme çağındaki çocukların boylarındaki uzamada; kas, kemik ve iskelet sistemlerinin  gelişiminde çok büyük rol oynar ve eksiklikleri birtakım sağlık problemlerine yol açar.

Protein Nedir?

Protein, içeriğinde amino asit barındıran, vücutta bulunan tüm hücrelerin düzgün ve tıkır tıkır işlemesi için gerekli olan büyük moleküller olarak tanımlanabilir. Protein, insanoğlunu doğduğu günden başlayarak büyüten, geliştiren, dinç ve sıhhatli yaşamasını sağlayan, güçlü ve dirençli kılan organik bileşiklerdir de diyebiliriz.

Vücuttaki hücreler, dokuları, dokular da organları oluşturur ve bu oluşumlar protein olmadan  var olamazlar. Vücudumuzu bir bina olarak düşünürsek, proteinler de bu binayı oluşturan tuğlalardır.

Sakatlanma, doku kaybı, ağır yaralanmalar, ameliyat ve yanık gibi olumsuz durumlarda, dokuların yeniden oluşumu ve tamiri için protein alımı şarttır.

Protein Nelerde Var?

Protein, tabiatta doğal olarak bulunan hayvansal ve bitkisel bazı kaynaklarda bulunmaktadır.

Kimilerinde az yahut orta, kimilerinde de yüksek düzeyde olan protein, bu besinlerin düzenli tüketimiyle, her gün vücuda ihtiyacı kadar alınmalıdır.

Protein içeren yiyecekler dendiğinde et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri ile bazı bakliyatlar ve  sebzeler akla gelir. Proteinli besinler denildiğinde akla ilk gelenler, et, süt ve yumurtadır.

Kırmızı ve beyaz et olarak gruplandırılan her çeşit dana, kuzu, koyun eti ve sakatatı, tavuk ve diğer kümes hayvanları, balık ve diğer deniz mahsulleri yüksek oranda hayvansal protein içeren yiyecekler olarak bilinmektedir.

Ancak özellikle kırmızı etin ihtiyaçtan fazla tüketilmesi, içeriğindeki doymuş yağ oranı yüzünden LDL dediğimiz kötü kolesterole ve kalp damar hastalıklarına neden olabilir, bu yüzden özellikle kırmızı eti ölçülü tüketmek, faydalarından da maksimum düzeyde olmasını sağlayacaktır.

Tavuk, hindi ve balıketleri gibi hayvansal proteinli yiyecekler, daha az yağ içerdiğinden, kırmızı ete çok iyi bir alternatif olabilirler.

  • Tavuk ve hindi etinin 100 gramında 30 gram
  • Balığın 100 gramında 26 gram
  • Sığır ve dana etinin 100 gramında 36 gram
  • Peynirin 100 gramında 30 gram
  • Sütün 100 gramında 6 gram
  • Yumurtanın 100 gramında 13 gram protein saklıdır.
  • Hayvansal gıdalar yoluyla alınan proteinler, vücudun ihtiyacı olan neredeyse tüm aminoasitleri içerir.

Dünya Kanser Araştırma Fonu tarafından yayınlanan bildiriye göre, kırmızı et tüketimi kişi başına haftada 500 gram pişmiş et ile sınırlı tutulmalıdır. Sosis, salam, sucuk, pastırma, fast-food tipi et, kavurma ve hamburger eti, işlem gördüğü ve katkı maddeleri içerdiği için çok nadir tüketilmelidir

Bitkisel Protein

Beslenme kalitesini yüksek tutmak için bitkisel proteinli yiyecekler  listesine de önem vermek gerekir. Bitkiler, hayvansal gıdalar gibi, vücuda gerekli olan bütün amino asitleri içermezler, bu sebeple beslenme programı hayli dengeli oluşturulmalıdır.

Bitkisel protein ağırlıklı besinler denilince, akla baklagiller, soya mamulleri, fasulye, ıspanak, enginar, bezelye, mısır, kuşkonmaz, Brüksel lahanası, şeftali, barbunya, brokoli, patates, bazı kuru yemişler, avokado, hurma, kuru incir, kurutulmuş kuş üzümü, kuru kayısı ve tahıllar gelir.

Günde Ne Kadar Protein Alınmalı?

Sağlıklı ve güçlü yaşamak için her gün belli doz protein alınması gerekmektedir.

Bu ihtiyaç yaşa, cinsiyete, sağlık durumuna,  fiziksel performansa ve yaşam tarzına göre değişkenlikler gösterse de, genelde 18 yaşın üzerindeki her birey için ortalama protein ihtiyacı, kilosunun 0,8 ile çarpılması ile saptanabilir. Sözgelimi 60 kiloda olan bir yetişkinin günlük protein ihtiyacı 60 X 0,8 = 48 gramdır.

Dengeli ve düzenli beslenme vücudumuzun olmazsa olmazıdır. Gereğinden az ya da fazla alınan tüm besinler vücudumuza faydadan çok zarar vermektedir. Bunun için doğru ve dengeli beslenme alışkanlığı kazanmak sağlığımız açısından hayati öneme sahiptir.

Bir önceki yazımız olan Eğilip Bükülmeye Kıvranmaya Gerek Yok başlıklı makalemizde Gastrit, Gastrit nedir? ve Gastrite iyi gelen bitkiler hakkında bilgiler verilmektedir.

Источник: //www.sayende.net/vucudumuzun-olmazsa-olmazi/

Yaşamın Olmazsa Olmazı : Su

Vücudun Olmazsa Olmazları Su ve Tuz

Merhaba sevgili okurlarımız bu yazımızda hayatımızın olmazsa olmazı suyun öneminden bahsedeceğim. Aslında bir nevi yaşamın kendisidir su. Kişi 60 gün yiyeceksiz hayatını sürdürebilirken 4 gün su alınmazsa ölüm meydana gelir.

Her zaman suyun tüketilmesi ile ilgili uyarılar yapılsa da toplumlara baktığımızda genellikle düzenli bir su içme alışkanlığı maalesef ki yok. Su vücudumuz için mükemmel bir maddedir, gıdalardan faydalanabilmemizden vücut ısımıza kadar her aşamada önemi tartışılamaz.

Su vücudumuzdaki metabolizma faaliyetleri için hayati öneme sahiptir.

Günde en az 1.5 litre

Sağlıklı yaşamak aslında zannedildiği gibi pahalı değildir.

En basiti, belki sofraları tabiri yerindeyse bir kuş sütü eksik şeklinde donatabilirsiniz  ancak su içme alışkanlığınız yoksa, sadece gıdalardan aldığınız su ile yetiniyorsanız  ya da aklınıza geldikçe bir bardak içerim tarzında alışkanlığınız varsa  ne kadar kaliteli bir yaşantı içerisinde olduğunuz tartışılır. Dediğim gibi küçük ayrıntılar gibi görünen şeylerle yaşamımızı daha sağlıklı ve kaliteli hale getirmek bizim elimizde.

Suyun detaylı önemini yazmadan önce şunu özellikle belirtmek istiyorum ki yaşamınızı sağlıklı ve kaliteli olmasını istiyorsanız her zaman dengeli beslenin ve su tüketme alışkanlığı edinin.

Örneğin sürekli et tüketmek demek kaliteli beslendiğiniz anlamına gelmez dengeden kastım iş burada ortaya çıkıyor tüm gıda bileşenlerinin (sebze, meyve, hayvansal ürünler, tahıl grubu , baklagiller) doğru miktar ve bileşimlerde tüketilmesi gerekir.

Ve esas kahramanımız olan suya dönebiliriz.

Vücüdumuzu oluşturan milyarlarca hücrenin çoğalmasına yardımcı olur. Biyokimyasal tepkimelere katılır, metabolizma için gerekli sıvı ortamı sağlar. Sindirim, emilim ve atılım gibi fizyolojik işlevler içinde su gereklidir.

Su ihtiyacımızı içme suyu, içecekler ve gıdaların yapısında bulunan suyla karşılamaktayız.  Tükettiğimiz gıdaların büyük bir bölümü sudan oluşmaktadır ve gıdaların özelliklerini önemli düzeyde etkiler.

İçme suyu nasıl olmalı ?

  • Kontaminasyona uğramamış olmalı. Patojen mikroorganizma içermemelidir.
  • İçinde zehirli maddeler bulunmamalı (pestisid, ağır metal… ).Toksik maddelerden arındırılmış olmalıdır.
  • Renksiz ve kokusuz olmalı
  • İçinde fazla miktarda mineral ve organik madde olmamalı.
  • Berrak ve serin olmalı ve hoş bir tat göstermelidir.
  • Gıda üretiminde kullanım amacına uygun olarak belirli bir sertlik derecesine sahip olmalıdır.

Yüzey suları ve kaynak suları toprak tabakalarından çözünmüş olan değişik miktarlarda mineral madde içerirler. Özellikle kalsiyum ve magnezyum tuzları önemlidir.

Aslında suyun sertliği dediğimiz şeyde buradan geliyor. Sert bir su çok fazla kalsiyum ve magnezyum tuzlarını içerirken, yumuşak su bu tuzlardan çok az içerir. Suyun sertliği sertlik derecesi ile ifade edilir ve içilecek iyi suların sertlik derecesi 5’den yukarı olmamalıdır.

Sertlik derecesi 30 a kadar olan sular içilebilir, 60 dan fazla olanlar ise olağanüstü sert sular olup hiçbir yerde kullanılamazlar.

  • Et ve baklagiller sert suda çok zor pişer. Sebebi ise suyun sertliğini meydana getiren maddeler gıdanın protein maddeleri ile çok düşük ısı iletkenlik kabiliyetinde bileşikler oluştururlar. Böylece pişme süresinin uzamasına yol açarlar.
  • Sert sular ile yapılan kahve ve çayın tadı olumsuz yöndedir.
  • Sert suyla sabun kullanarak yıkanan ellerin yıkanmasında eller üzerinde sert, kaba bir his uyandırır.
  • Çok sert sular mideye ağır gelir.
  • Suyun ısıtıldığı yüzeylerde kireçlenme artar.

Suyun pH sı nötr veya hafif alkali olmalıdır. Kaynak sularında pH 7.0-8.5, içme ve kullanma sularında pH 6.5-9.2 sınırları içinde olmalıdır.

Ağır işte çalışanlar, yaşlı insanlar, gebe ve emziren kadınlar, çeşitli böbrek hastaları, ishal ve kusma yaşayan kişiler, yüksek ateşli insanlar, atletler, hava yoluyla seyahat eden kişiler, yüksek protein diyetinde olanlar özellikle sıvı alımına dikkat etmesi gereken gruplardır. Bol sıvı tüketmelidirler.

Su içmek için susamayı beklememek gerekir. Susuzluk hissetmeyi beklemeden düzenli sıvı alımını alışkanlık haline getirmek en doğru yoldur. Çünkü suzuzluk mekanizması sıvı alımını sağlayacak çok duyarlı bir tetikleyici değildir. Susuzluk hissedilene kadar vücutta dehidrasyon olacağı için susuzluk mekanizması sıvı kaybını engelleyemez.

Suyun genel faydaları

  • Vücutta biyokimyasal reaksiyonların gerçekleşmesi için suya ihtiyaç vardır. Su o kadar mucizevi bir madde ki vücudumuzdaki meydana gelen her reaksiyonda ondan yararlanıyoruz dersek abartmış olmayız. Enzimlere yardımcı olur. Büyük moleküllerin parçalanmasında gereklidir. Aynı zamanda protein, lipit karbonhidrat moleküllerinin vücuttaki sentezinde görev alır.
  • Su vitaminlerin ve minerallerin hem vücutta taşınmasını, hem de çözülmesini sağlar.
  • Gıdaların emilimi için sindirim sıvılarındaki suya ihtiyaç vardır. Besinlerin emilimine yardımcı olur.
  • Vücutta meydana gelen ısı kaybı büyük önem taşır. Su vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol oynar.
  • Derinin nemlenmesinde, toksinlerin atılmasında ve vücudun temizlenmesinde temel bir görev üstlenir.
  • Böbreklerin çalışmasını kolaylaştırır.
  • Su, emziren kadınlarda süt üretimini artırır.
  • Beynin % 75’i sudur. Orta derecede susuz kalmak baş ağrısı ve baş dönmesine yol açabilir.
  • Su nefes almak için gereklidir.
  • Kanın bileşiminin %85 i sudur. Kan, gıda bileşenlerinin vücudun gerekli yerlere taşınmasını ve atıkların uzaklaştırılmasını sağlar.

Vücutta su kaybı idrar, deri, akciğerler ve dışkı ile olmak üzere 4 yolla atılır. Özellikle alınan suyun %60 ı idrar ile atılır.

Çok fazla sıvı alan bireyin idrarı seyreltik ve açık renkli olur buna karşın sıvı alımı azalır ya da çeşitli nedenlerle sıvı kaybı çoğalmış ise idrar rengi koyulaşır. Koyu sarı ya da kahverengimsi idrar ciddi sıvı kaybının işaretidir.

Küçük bir uyarıda bulunarak yazımıza noktayı koymak istiyorum. Herhangi bir sağlık problemi olanların doktor tarafından içmesi gereken su miktarı belirlenmelidir. Çünkü kimi hastalıklarda vücuda alınması gereken sıvı miktarı kısıtlanmalıdır.

Umarım yazımızdan sonra su içme isteği gelmiştir hepinize, su içmeyi seven biri olarak  yazımı yazarken bir şişe bitirdim bile. Sağlıklı günler..

No votes yet.

Please wait…

Son düzenleme : 20 Haziran, 2018

Yorumları

Источник: //gidabilinci.com/yasamin-olmazsa-olmazi-su

Tuz ve Sağlığımız: Nedir Bu Tuz Denilen Şey?

Vücudun Olmazsa Olmazları Su ve Tuz

Bugün, biraz farklı bir konudan bahsetmek istiyorum sizlere. Tuz ve sağlığımız bahsetmek istediğim konu.  Bu konu, dolaylı olarak varisleriniz ile de ilgili. Şimdi, arkanıza yaslanın ve yazımı okumaya başlayın…

Vücudumuzda su, farklı olarak iki bölgede bulunur. Birisi hücrelerin içi, diğeri ise hücrelerin dışı. İşte, hepimizin sağlığı aslında, bu iki bölgedeki suyun dengesine bağlıdır. Bu dengenin sağlanmasında en etkin rolü de, tuz oynar. Ne kadar ilginç değil mi, bu denge olayı yaşamın her kesiminde karşımıza çıkıyor.

Tuz ve Sağlığımız: Tuz Sağlıklı Olmak İçin Gerekli Mi?

muratart / Pixabay

Tuz’un yaşam için gereklidir. Özellikle, denizden çıkarılmış, işlenmemiş tuzun belli oranlarda, günlük tüketilmesinin önemi giderek artmaktadır. Aslında, vücudumuz bir tuz deposudur. Yaklaşık, 450 gram tuz vücudumuzda bulunmaktadır. En başta, alkali metabolizmamız olmak üzere, sağlıklı beden fonksiyonlarımızı sağlamak için tuzun vücudumuza girmesi gerekmektedir.

Besinlerin öğütülmesi, vücudumuzdaki hücrelere girmesi, kaslarımızın kasılmasını sağlayan sinir hücrelerinde elektriksel aktivitenin sağlanması gibi saydığım bir kaç fonksiyonda bile tuz, en hayati görev noktalarında bulunmaktadır. Son yıllarda daha detaylı olarak araştırılan ve yazılan vücudumuzdaki alkali ortamın gerekliliğini sağlayan, sodyum bikarbonat’ın üretimi içinde tuz oldukça önemlidir.

İşlenmemiş, doğal hali ile deniz tuzu, içeriğindeki yüksek Kalsiyum ve Magnezyum oranları ile, rafine edilmiş tuzdan hemen ayrılır.

Aslında, farkında bile değilizdir, çok yorgun, halsiz olduğumuzda bile vücudumuz tuz depolarını bitirmiş, tuz arayışına girmiştir. Bu durumu, farklı olarak yorumlarız çoğu zaman.

Tuz ve Sağlığımız: Tuzsuz Olmaz Diyenler Haklı Mı?

  • Tuz olmadan aslında, bir yaşam düşünülemez. Vücudumuzda, metabolik olaylar sonucunda ortaya çıkan asidik durumun, dengelenmesini (nötralizasyonunu) tuz sağlamaktadır.
  • Tuz aynı zamanda, ağız yoluyla alınan gıdaların, barsak sisteminden emilmesinde de etkin bir rol oynamaktadır.

  • Tuz, akciğerlerimizde, özellikle hava yolumuzdan başlayarak alveollere kadar olan yol boyunca, bulunan mukus adı verilen salgının, otomatik olarak temizlenmesinde de etkili bir rol oynar. Bu durum, özellikle akciğerler ve solunum yollarının çok etkilendiği hastalıklardan olan, astım ve kistik fibrozis durumlarında çok daha önemli hal almaktadır.

    Kistik fibrozis’in tanısında bile “ter testi” adı verilen bir test mevcuttur.

  • Tuz aynı zamanda, doğal bir antihistaminiktir. Allerjik durumlarda, etkili bir savunma silahıdır.
  • Kas kasılma ve kramplarının engellenmesinde rol oynar.
  • Yaşlılığa bağlı osteoporoz (kemik erimesi), tuz eksikliği durumunda daha da belirgin hale gelir.

    Osteoporoz’un tedavisinde de bu nedenle, tuz eksikliği mevcutsa, öncelikli olarak yerine konulması gerekir.

  • Tuz, etkili bir hipnotik olarak, uykunun düzenli olmasını da sağlar.
  • Yapılan bazı gözlemler, libido kaybında da işlenmemiş deniz tuzunun tüketiminin, erektil disfonksiyon durumlarını düzelttiğini belirtmektedir.

  • Birçok kişi tarafından, vücudun, ruhani tarafı ile fiziksel tarafının birbirine bağlanmasını sağladığına inanılmaktadır.
  • İlginç olarak, bir çoğumuzun zaman zaman yaşadığı bir durum olan, şekerli bir şey yemek istemesi (aşermesi) aslında tuz eksikliğine de bağlı olabilmektedir.
  • Tuz, cildin alkali hale gelmesini sağlar.

    Bu sayede de, akne, cilt mantarlarına bağlı hastalıklar, sedef ve egzema gibi durumlar tedavi edilir.

  • Tuz, kulak enfeksiyonlarının, araç tutmasının, burun tıkanıklığının ve boğaz ağrısının tedavisinde ev ilaçları kapsamında kullanılan doğal bir ajandır.

Buraya kadar belirttiklerimden anlaşılacağı gibi, tuz olmadan bir yaşam düşünülemez.

Ancak, size burada bahsettiğim tuz, aslında doğal olan tuz. Yani rafine edilmemiş tuz. Başka bir değişle, işlenmemiş tuz. Rafine edilmiş (işlenmiş, market tuzu) ile rafine edilmemiş (doğal, deniz tuzu) arasında çok büyük bir fark vardır. Bu fark o kadar büyüktür ki, sağlığımızı ciddi olarak etkilemektedir.

Tuz ve Sağlığımız: Doğal Tuz Tüketiminin Önemi

Eğer, vücudumuzun sağlıklı bir şekilde çalışmasını istiyorsak, tüketmemiz gereken tuz, doğal yani işlenmemiş tuz olmalıdır. Marketlerde, hepimizin nerede ise aldığı tuz, aslında tam olarak bir zehirdir. İşlenerek, kimyasallar eklenerek yapılmaktadır. İçerik olarak, %97.

5 oranında Sodyum Klorid ve %2.5 oranında da nem tutucu ve İod gibi kimyasal maddeleri içermektedir. Rafine tuzlar, üretim aşamasında yaklaşık 1200 santigrad derecelere dek ısıtılmaktadır. Bu noktada, yüksek ısı çeşitli zararlı kimyasal maddelerin açığa çıkmasına neden olmaktadır.

Bu işlem aslında bir çeşit kimyasal pastörizasyon işlemidir. İşlem sonunda ortaya çıkan, tuz doğal tuzdan çok farklı bir yapıdadır. Vücudumuz tarafından tuz olarak, tanınmamakta ve bu nedenle de tuzun etkileşimli olduğu hiçbir sisteme dahil olamamaktadır.

Tuz, aldığımızı zannederken aslında tuz almamış olma hali de diyebiliriz buna.

Aslında, durum bu kadarla da kalmamaktadır. Aldığımızı zannettiğimiz tuzu, metabolize etmek için anormal bir enerji ihtiyaçı doğar. Bu esnada ise, vücud sıvı dengesi de bozulur.

Doğal olmayan yapıda olan tuz benzeri molekül (tuz diyemiyorum buna) çevresinde su molekülleri birikmeye, toplanmaya başlar. Bunun sonucunda da, hücrelerimizin içindeki su, yön değiştirerek, hücre içinden dışına doğru akmaya başlar. Sonuç ise, hücrelerin susuz kalması (dehidratasyon) durumudur.

Bu nedenle, çoğu insan tuz olduğunu sandığımız bu molekülden tükettiğinde kendisini susuz hisseder ve su içme ihtiyacı doğar.

Tuz Yerken Aman Dikkat Edin

Tuz sandığımız bu molekün aslında her 1 gramını nötralize etmek için vücudumuz 23 kat daha fazla hücre suyuna gereksinim duyar.

Bu durum da dokularda, sıvı fazlasının toplanmasına (ödem) neden olur. İşte, biz bunu daha çok bacaklarımızda şişme olarak görürüz.

Selulit, romatizma, artrit, gut, böbrek ve safra kesesi taşları aslında hep bu dengesizliğin sonucunda ortaya çıkan hastalıklardandır.

Tuz sandığımız bu molekülün, stabil olarak akmasını sağlamak için, rafinerizasyon (işleme) sırasında eklenen Aluminyum Hidroksit ise, en az tuz sandığımız bu molekül kadar zararlıdır. Aluminyum, özellikle beyin dokusu içerisinde birikerek, Alzheimer hastalığına neden olmaktadır.

Son olarak, bir noktayı da açıklığa kavuşturmak istiyorum. Özellikle, hipertansiyon ile tuz tüketimi arasındaki durumu da ifade etmek açısından önemlidir. Doğal olarak elde edilen tuzun tüketiminin, rafine edilerek elde ettiğimiz tuz benzeri moleküldeki gibi yüksek tansiyona neden olmadığının bilinmesi gerekmektedir.

Eğer, sizin de tuz ve sağlığımız ile ilgili sormak istedikleriniz varsa, bana buradan ulaşabilirsiniz. Ancak, sorunuzu sormadan önce lütfen bu yazıyı okuyunuz.

Tuzdan bu kadar bahsettik. Ya şeker? Şeker yazısı da burada… Üstelik mutlaka izlemeniz gereken bir film bağlantısı ile beraber.

Sağlıkla kalın…

Prof. Dr. Mehmet Ümit Ergenoğlu

p.s.: Bir süre dinleneceğim. Bu nedenle, yazılarıma biraz ara vereceğim. Döndüğümde, yeniden görüşmek üzere.

Источник: //mehmetergenoglu.com/tuz-ve-sagligimiz/

Поделиться:
Нет комментариев

    Leave a Reply

    Ваш e-mail не будет опубликован. Все поля обязательны для заполнения.